Çubuklu Silolarında Bir Gün...
İstanbul kalabalık bir şehir. Kalabalık olmasından daha kötü olansa kitle büyürken kimsenin bu kitleyi nereye koyacağız diye bir plan yapmamış olması. Bundan dolayı herhalde boş bulunan her bir taşın, ranta, paraya ve eve çevrilmeye çalışıldığı bir şehirde yaşıyoruz. Ne mutlu ki arada birisi belki biraz değişiklik olur diye çıkıp herkesin nefes alacağı bir yer yaratıyor da biz de sebepleniyoruz.
Başlıkta yer alan Çubuklu Silolarının geçmişi ile ilgili internette pek bir bilgi bulamadım. Sağda solda yazan bilgi kırıntılarına bakarsak bu silolar şehre farklı boylarda 1940 yılından itibaren eklenmeye başlamışlar. Muhtemelen o zamanlar burası İstanbul'un epey dışında olduğundan şehrin sonuna böyle bir eklenti yapılması pek tepkiyle karşılanmamıştır. Silolar 1970'li yılların sonuna kadar zaman zaman akaryakıt zaman zaman farklı sıvıların depolanması için kullanılmaya devam etmiş ama daha sonra kaderlerine terkedilmişler.
Zaman zaman ben de Çubuklu iskelesini kullanırken bu siloları merak ederdim ama gidip görmek ve keşfetmek için bugünün gelmesi gerekiyormuş. İstanbul Büyükşehir Belediyesi ekipleri tarafından atıl halden çıkartılıp tekrar kullanılır hale getirilen silolar bir yandan tarihi depolama mirasını korumaya devam ederken öte yandan da hem seyir için görülecek hem de içindeki sergiyle gezilecek bir yer olma iddiasına bürünmüş.
Ben silolara 13 Nisan 2024'te gittim. Dolayısıyla gördüklerim ve yazacaklarım da bu tarihten notlar. Şehirdeki her mekan gibi buraya da erken gitmek en iyi tercih. İskele girişinde 40-50 araçlık bir otopark var. Azıcık sıra bekleyerek bu otoparkta yer bulduk. Mekanın biraz aceleye geldiği (bilindik nedenlerden) kendini girişten itibaren gösteriyor. Otopark, iskelenin izole alanı ve silo girişi aynı yerde ve giriş de biraz da dar.
Öte yandan bu alanı atlamaya başladıktan sonra etraf yavaş yavaş açılmaya başlıyor. Bizi ilk karşılayan bu alana açılan kütüphane oluyor. İçine girme fırsatım olmadı ama edindiğim bilgi 100 kişilik bir okuma alanı sunduğu ve 12.000 civarında kitaba ev sahipliği yaptığı oldu. İBB'nin tüm kütüphanelerinde olduğu gibi herhangi bir şehir kütüphanesine bir defalık üyelik oluşturduğunuzda bu kütüphaneden de yararlanabiliyorsunuz. Kütüphane yazı yazıldığı tarih itibariyle her gün 10-19 arasında hizmet veriyor. Biraz ilerledikten sonra hemen kütüphane ile yan yana olan çocuklara özgülenmiş kültür merkezi alanına geliyorsunuz. Bu alan anladığım kadarıyla henüz faal değil.
Silolarla aramızda kalan son mekansa Beltur'un kafe ve restoranı. Etraf biraz fazla beton olsa da boğaz rüzgarından faydalanmak ve soluklanmak için güzel bir alan düşünülmüş. Hemen ileride silolara çıkan iki merdiven var. Silo alanına giriş ücretsiz ama yine de bilet almanız gerekiyor. Bileti kolayca İstanbul Senin uygulamasından elde edebilirsiniz. Giren çıkanı saymak ve mekanın ne kadar kullanıldığını anlamak açısından manalı geldi bana.
Bu benim ilk siloya çıkışım değil...
Yukarıda bahsettiğim bu aceleye gelme hali ne yazık ki silolara tırmanırken iyice göze batıyor. Merdivenlerin iki yanında aydınlatma için açılmış tesisat delikleri ve yerden fışkıran kablolar var ama aydınlatmalar henüz yerinde yok. Oyun alanına geldiğinizde bir döner kaydırak var ama ulaşabileceğiniz bir merdiven yok. İçi boş ve altına girebileceğiniz silolarda eminim yaratıcı bir iki oyuncak olabilirdi ama onun yerine sadece bir boşluk var. Yine de zamanla bu eksikler tamamlanacaktır. Özellikle oyun alanı olarak düşünülen siloların üstlerinde yer alan yüksek teller süper olmuş. Deniz doyasıya koştu eğlendi herhangi bir güvenlik endişesi olmadan.
Silolar'ın anladığım kadarıyla bir daimi bir de geçici sergisi var. Daimi sergisinde alt kotta yer alan siloların içindeki gezegenler, hayvanlar ve insanlık gelişimini anlatan resimleri görebiliyorsunuz. Burası şu anda bir girip çıkmalık bir yer ne yazık ki. Umuyorum daha interaktif bir yere dönüşür. Şu aşamada ne yazık ki yeterli olmaktan çok uzak bir atmosfer sunuyor.
Üst kotta yer alan cafe ve restoran henüz açılmamışlar fakat üstlerine döne döne çıkabiliyorsunuz. Boğazın karadeniz tarafını en güzel görenler de bence bu silolar.
Diğer silolar da tepeden birbirine bağlanmış durumda ve birine çıkıp diğerlerine geçerek yola devam edebiliyorsunuz. Bu sayede hem manzaranın keyfini çıkarabiliyor hem de silodan siloya geçip mekanla biraz daha özdeşleşebiliyorsunuz. Esen rüzgarı, serin havası ve getirdiği hafif deniz kokusuyla siloların üstünde olmak, kıyı şeridine yaptığımız koca koca binaların şehre aslında ne büyük kötülük olduğunu da anlamanızı sağlıyor.
Gerçek Nedir?
Siloların aynı zamanda açılış sergisi olan Gerçek Nedir? alanında kendini kanıtlamış ünlü Ars Electronica enstitüsünün küratörlüğünde gerçekleşiyor. Yereldeki prodüksiyon ise Piksel.Creative.Solutions ekibi tarafından yapılmış. Daha önce kendilerini duymamıştım bu vesile ile takip etmeye başladım.
Genel olarak silolara dağılan sergi gerçeklik kavramına farklı açılardan bakmanızı sağlayan yeni nesil diyebileceğim farklı sanat pratikleri kullanıyor. Benim özellikle ilgimi çeken üç dört tane iş oldu.
Cloud Face, Koreli ikili olan Shinseungback Kimyonghu'nun eseri. Aslında 2012 yılında kurgulanan Cloud Face, yüz tanıma algoritmalarının kusurlarını kullanarak bu algoritmaları zaafından faydalanıyor.
Gökyüzünde bulutlara döndürülmüş bir kamera ile onbinlerce fotoğraf çeken ikili bunların içinde algoritmanın yüz olarak tanıdığı fotoğrafları seçmiş. Silolarda da duvara asılan 50 adet bulut-yüz fotoğrafına baktıkça ben de yüzler görmeye başladım. Öte yandan algoritmalı yaşamın kusursuz olacağını düşünenler açısından da kusurlu algoritmanın, olmayanı yarattığını göstermesi açısından bence güzel bir dersti.
Aynı silo içinde yer alan ve bence serginin en entkileyici işlerinden biri olan Supraspectives mutlaka karşısına geçip izlemeniz gereken bir iş. Berlin merkezli Quadrature isimli sanatçı ikilisi tarafından tasarlanan iş 2020 yılında İspanya'da yer alan Tabakalera'da geliştirilmiş. Kimisi hala aktif kimisi ise uzay çöpü statüsünde olan 590 adet "casus" uydunun dünyayı nasıl izlediğini hayal eden iş, uyduların anlık rotasını hesaplayıp bu rotanın geçtiği yerlerdeki coğrafyayı artistik bir bakış açısı ile yeniden yorumluyor. Bu sayede geçen uydunun amacı, eseri gördüğünüz yer ve uydunun konumu sayesinde her seferinde farklı bir deneyim yaşayabiliyorsunuz.
Devasa bir açılı ekran üzerinde uyduyla ilgili bilgilere, konumuna ve rotasına hakim olup hem uzaktan nasıl gözüktüğümüzü hayal edebilir hem de aslında ne kadar gözlendiğimizi tahmin edebilirsiniz. Ben bu eser sayesinde uydularla ilgili çok ilginç bir iki web sitesi de buldum. Bunlarla da ilgili yazacağım umarım bir ara.
Daha önce farklı işlerini deneyimleme fırsatını bulduğum Nohlab'ın IN-LINE v2 işi için özel bir silo ayrılmış durumda. Silonun dar ama yüksek yapısını kullanan IN-LINE ufuk kavramını yataydan dikeye taşıyarak izleyicisine sadece bu siloda edinebileceği bir deneyim sunmuş.
Son olarak beni etkileyen bir diğer iş The Substitute oldu. Alexandra Daisy Ginsberg tarafından 2019 yılında sergilenen iş 2018'de son erkek temsilcisinin ölmesiyle nesli tükenen bir gergedanın "yapay zeka" tarafından dijital bir dünyada yeniden yaratım sürecini anlatıyor. Başlangıçta büyük kabalıkları olarak "dünyaya" gelen gergedan video enstelasyon devam ederken olduğu çevreyi tanıyor ve tanıdıkça kendi formuna dönüşüyor. İzlemesi keyif veren süreç aynı zamanda bence birine makine öğrenmesinin nasıl çalıştığını anlatmanın da görsel açıdan güçlü bir yolu.
Sergide gördüğüm kadarıyla alan için özel olarak çalışılan bir eserle birlikte inceleyebileceğiniz toplam 9 iş var. Keyifli bir öğleden sonra geçirmek için kesinlikle birebir olmuş. Burada yapabileceğim tek eleştiri ise prodüksiyona yönelik. Silolar gayet iyi değerlendirilmekle birlikte ne yazık ki işlerin tanıtıldığı kartonetler çoğu zaman arkada ya da karanlıkta kalıyor. Dolayısıyla neye baktığınızı özel olarak merak etmezseniz öğrenmeniz zor oluyor ve geçip gidiyorsunuz. Sergi Haziran ayına kadar devam edecek umarım bunun için ufak bir düzenleme yaparlar.
Özetle Çubuklu Siloları güzel bir yola atılan iyi bir ilk adımı temsil ediyor. Atıl bir kamusal alanın rant amacı olmaksızın kamunun kullanımına açılması açısından İstanbul'da nadir gördüğümüz bir durum. Bu açıdan övgüyü hak ediyor. Eksiklerin kısa sürede tamamlanacağına ve buranın çok daha güzel olacağına eminim. Bol bol gidiniz keyfini çıkarınız.